29 Ocak 2011

Red Tie

Benim bugün babam öldü. Karım, uyuduğu yatak odasından, elinde telefon misafir odasına gelip adımı seslendiğinde korktum. Korktum, yine yanlış ya da eksik bir şey yapmış olmaktan ya da onun "evliliğimizi kurtarmak için sarılalım" tarzı gereksiz ve sahte yakınlık gösterilerinden birine maruz kalacağımı düşündüğüm için korktum. Henüz birkaç saat önce yatmıştım, uykusuzdum. İçtiğim tekilalar apayrı bir sorun. Gerçi içmemem  daha büyük bir sorunlar yol açıyor. Ancak adımı söyleyiş biçimi, o mi minör ton ve kapı eşiğinde elinde telefonla dikilip beklemesi, içeri girmemesi  uykumu anında yok etti. "Baban ölmüş" dedi.
Bir an göz göze geldik. Uzun zamandır ilk kez bu kadar yakın olduk.  Yorganı çekerek arkamı dönerken, "ne yapayım... banane..." dediğimi farkedince şaşırdım. Ağızım, dilim, ses tellerim, gırtlağım yabancıcı birinin idi. O ses benim olsa bile, ben konuşmamıştım. Ki değildi. Mümkün değildi. O ben değildim, anlıyor musun? Yoksa karımın "hayvan herif" diye tanımladığı adamı nihayet ben de algılamış mıydım?
Karım yavaşça yatağa aktı, ellerini, kollarını nereye koyması gerektiğini bilmediğini farkedince bu huzursuzluğu yüzünden mutlu olduğumu hissettim. Çok iyi hissettim. Yastığa gülümsedim. Yani gülümsemeyi bilsem gülümserdim, ama ben sadece sırıtmayı bilirim. Sırtlanlar gibi. Çok enteresan hayvanlar bu arada. Hayır, işini kolaylaştırmayacaktım. O asla kolaylaştırmazdı. Soğuk ayaklarını bacaklarımda hissedince "Bir şey demem mi lazım? Buna açıklama getirmem gerekir mi?" diye defa kendi huzursuzluğumun bacaklarımdan yukarı buz gibi yükseldiğini farkettim. Burnuma dokundum, üşümüştü.
"Olmayan birşeyin ölümü, beni ilgilendirmiyor, anlıyor musun? Beni il-gi-len-dir-me-me-li". Bu durumda bile 'memeli' deyince sırtlanım sırıtıyor. Sırtlanlar mememli mi? Gerçi konuşur konuşmaz r  pişman oldum. Kesin kavga edeceğiz, tekrar uyukuya dalabileceğim umudumu yok ettim. Karım "Haklısın canım" deyince inanamadım. Dönüp ona baktım, benimle oyun oynuyor olmalı. Hayır, bu gerçek. Kötü birşey oldu demek. Berbat hissetmemi gerektirecek birşey oldu. Bir şey hissetmiyordum. "Ben bir şey hissetmiyorum. Olmayan birşey için bir şey hissedilemez. O yoktu, nasıl birşey hissedeyim ki?" demişim. Kulaklarım duydu, ağızım söyledi, ama o ben değildim. Organlarımın üzerindeki denetimini yitirirsem karımı nasıl idare ederim. Mantıklı ol, diye kendimi tokatlamak istedim. Ama karımın yanında zaaf göstermezdim. Bunu ayna karşısında traş olduğum zamana erteledim. Çünkü o anda tek düşünebildiğim bu soğukta gözlerimin nasıl böylesi sıcak olabildiği idi.
Sarıldı bana. Ya gerçekten birşey hissetmedim ya da karım 7 yıl evlilikten sonra üzüntüme çare olabilme özelliğini kaybetmişti. Biz hiç beraber ağlamış mıydık? Düşününce onun ağladığı pek çok sahne geldi aklıma. Ağlarken de, ağladıktan sonra da güzel kalabilen nadir kadınlardan biridir. Ağlayanca çok çirkinleşen bir amerikan film yıldızının adını hatırmaya çalışırken "Cenaze yarınmış, abin İstanbul'a geliyor" deyince, sinirim tepeme çıktı. Mümkün değil, aktristin ismi aklıma gelmezdi artık. Kadınlar ağlarken güzel olmalı. Mesela karım ağlarken de hep çok güzeldir. Bu yönünü hep takdir etmişimdir.
"Ben gitmeyi düşünmüyorum. Nezir hastalık haberini getirdiğinde de, söylemiştim size. Cenazeye falan gitmem ben. O kadar. Ben gitmiyorum."
Karım "Bence gitmen gerek" deyince içimdeki öfke dağıldı, yerine umutsuzluk geri geldi. Söylerken sesi hala tatlı idi. Öfkelenmemişti, kızmamıştı. Tartışmıyordu.
Telefonuma uzandım. Saatte baktım. Saat 06.23. Bir an kendime birkaç gün izin mi versem diye düşündüm. Ortağım bunu mutlaka anlayışla karşılarlardı. Ne olsa babam ölmüştü. Bir an "hayattayken bir boka yaramadı, ölümü yarasın bari, birkaç gün tatil yapayım" diye düşündüm. Sonra işe döndüğümde elemanların bana acıyarak bakacak olmaları, kendi aralarındaki fısıldaşmaları, omzuma vurup "başın sağ olsun"lar falan.. Midem bulandı. Sabah kahvemin yanında bir soda içsem iyi olur. Acaba öğle yemeğinde dışarı çıksam mı?
Giyinmeye başladım. Siyah bir takım seçtiğimi farkettim. Duruma çok uygun bir seçim, "Sehr anständig." Sonra dolapta başka renk takımım olmadığını farkedip tekrar şaşırdım. Şaşırtıcı bir gün. Parlak kırmızı bir kravat takacakken, bir an suçlu hissettim kendimi. Sadece bir an. Buna da çok öfkelendim. Sonunda siyah bir tane taktım.
İşe gittim. Arabada giderken takmadığım kırmızı kravatı düşündüm. "Red tie". Acayip iyi bir içecek markası adı falan olur bu... Ajansa varınca bunu bir yere not etmeliyim.
Cameron Diaz. Evet!
Defne haklı galiba, hayvan herfinin tekiyim.